İktibas

Ben ne yapıyorum?

Dünyayı anlamak, hangi şartlarda ne yapılacağını bilmek mühimdir. Ama hep dünyayı anlama noktasında kalmanın da insana olumlu bir getirisi olmayacaktır.

     Bugünün dünyasında büyük örgütlenmelerin insan tekine çok küçük bir manevra alanı bıraktığının farkındayız. Bu tespit önümüze iki yol açıyor. Birincisi büyük örgütlenmelerin manevra kolunu tutabilecek güce erişmek. İkincisiyse bu değişimi bize bırakılan ufak manevra alanı içinde gerçekleştirmek.

     Büyük örgütlerin değiştirici gücünü önemli sayıp bu uğurda emek sarf etmek isteyen kimse önce o örgütlerin şartlarına göre biçimlenmeyi göze almak zorundadır. Ancak manevra koluna sahip olmak istediği, kendisini de bu birimin şartlarına göre ayarlayan kişi,güçlü olduğu zaman yeni bir biçim getirebilir mi? Bu çok tartışmalı bir meseledir. Tarihi bilgiler gösteriyor ki güçlü bir teşkilatın buyruklarıyla toplumda yapılan değişiklikler kalıcı olmuyor. Ama yapılan her değişiklik mutlaka iz bırakıyor hatta geriye dönüşü imkansız kılıyor. Eski Mısır’da Firavun Ahneton güneşe veya diğer tanrılara tapmayı yasaklanmıştı ve tapılacak tek tanrı olduğunu ilan etmişti. Ancak bu yasak Firavun’un ölümüyle son buldu. Toplumdaki inanç değişikliklerinin dünyevi otoritelerle uygulamasının örnekleri az değildir. Hatta denilebilir ki en yaygın yol budur.Hristiyanlık’ta Konstant’in, Budizm’de Asoka, Zerdüştlük’te Sirus monark olarak etkin roller oynamışlardır. Ancak dinin yukarıdan aşağıya dikte edildiği durumlarda din kavgaları ve ayrılıklar da çabucak beraberinde gelmiştir.

İslamiyet’in büyük bir cemaat dini oluşunda ve çok sayıda insanın bu dini benimsemesinde herhangi bir otoritenin baskısı söz konusu değildir. İslam’ın yayılması müminlerin “küçük insanların” zaferleriyle gerçekleşmiştir. Hristiyanlık kendi mezhepleri arasında keskin ayrımlar yapıp Ortodoks, Katolik, Anglikan, Protestan dinler yaratmıştır. Bunların her biri de kendi dışında kalanı kâfir sayar. Oysa Müslümanlar arasında asgari müşterek her zaman olmuştur. Farklı örgütler içinde bulunmanın getirdiği ayrılıklar elbet ki olmuştur ama “Muhammed ümmeti” hep gerçekliğini ve geçerliğini korumuştur. Bunun nedeni İslam’ın otoriteler tarafından dayatılması değil tamamen fertlerin kendi iradeleriyle benimsenmiş olmasındandır.

Bu sonuçtan yola çıkarak diyebiliriz ki her insan tekine düşen sorumluluk fazlaca önemlidir. Eğer İslam’ın yeni bir ruhla yaygınlaşması isteniyorsa bu görevin büyük kuruluşlara, dev örgütlere değil insan teklerine düştüğünü göz önüne almalıyız.

Eğer dünyanın açıklanması kadar değişmesinin de sorumluluğu sıradan insanların omuzları üzerindeyse bu hiyerarşik düzenin en aza indirilmesi anlamına gelir. İş başa düşmüştür. Çaba göstermek zorunludur ve gösterilecek çabanın anahtar sorusu şudur : BEN NE YAPIYORUM?

Üç kelimelik bu soru herkelimenin ortaklaşa yüklemeleri üç aşamada ele alınmalıdır.

BEN ne yapıyorum? Benim için düşmanının, yandaşımın, çevremdekinin yaptığından çok kendi yaptığım ilk sıradadır. Başkasının yaptığıyla değil benim yaptığımda belirlenecek bir alanı önemsemek gerekli. Kimin ne yaptığı tamamen görmezden gelinecek bir husus değil ama benim ne yaptığım hepsinden önce gelir.

Ben NE yapıyorum? Bir işin faili ben olmam tek başına yeterli değil. Benim ne yaptığımın, yaptığımın niteliği öncelikli. Ben yapıyorum ama ne yapıyorum? Yaptığım işin mahiyeti ve kalitesi nedir? Yaptığım iş beni nereye götürecek?

Ben ne YAPIYORUM? Yapıyor muyum? İçinde bulunduğum durum yaptığımın yansıması mı? Verdiğim kararların arkasında duruyor muyum? Ne kadarını gerçekleştirdim? Yaptıklarım kadar yapmadıklarım da önemli. Neyi yapmadım? Eğer yapmamayı seçmişsem gerçekten yapmadım mı?

İşte bu üç evreli soru bizden doyurucu cevaplar bulabilirse Müslüman olarak kaçamaklar içinde değil gerçekten hayatın gerekleri içinde bir yol tuttuğumuz ortaya çıkar. Öncelikle insan teki olarak kendi yaptığımıza öncelik vermek, sonra yaptığımızın mahiyeti ve keyfiyeti üzerinde açıklığa varmak ve nihayet yaptığımızın peşini koyuvermemek yani onu sahiden yapmak. Ötesi lâf ü güzaf…

Bu makale İsmet Özel’in Üç Mesele adlı kitabından Muhammed Emin Durucan tarafından derlenerek özetlenmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir