Resulullah ﷺ Nasıl Birisiydi?
Dayım Hind b. Ebi Hale’ye Resulullah ﷺ ‘in hilyesini sordum. (Bu zat insanları güzel tasvir ederdi.) Ben istedim ki Resulullah ﷺ ‘in sıfatlarından bir şeyi bana söylesin de ona sarılayım. Şöyle dedi:
“Allah Resulü iri yapılıydı. Kalplere heybet veriyordu. Yüzü ondörtlük dolunay gibi parlıyordu. Orta boyluydu, Ne uzun ne de kısaydı. Başı büyüktü. Saçları dalğalıydı. Saçları ikiye ayrılırsa öyle bırakır, aksi takdirde saçlarını kendi haline bırakırdı. Toplu bir şekilde saçlarını bırakırsa, saçları kulak memesini geçerdi. Açık renkli idi. Alnı genişti. Kaşları hilal gibiydi, uzundu ve son derece güzeldi. Bir birine çok yakın idiler. Kaşları arasında bir damar vardı ki kızdığında o damar kabarır, görünürdü. Burnunun üst tarafı biraz yüksekti ve inceydi. Yüzünde bir nur vardı. İyice dikkat etmeyen kimse o nurdan ötürü burnunu kalkık sanırdı. Sakalı gür idi. Gözünün siyahlığı pek fazlaydı. Yanakları düzdü. Ağzı genişti. Dişleri ince ve parlaktı. Ön dişleri seyrekçe ve inci gibiydi. Göğsünden göbeğine kadar ince bir hat gibi kıllar vardı. Boynu fil dişinden yapılmış gibiydi, adeta gümüş gibi parlardı. Normal bir bedene sahipti. Bedeni dolgundu ve fakat yumruk gibi sımsıkı idi. Gevşeklik yoktu. Mübarek karnı ile göğsü aynı hizada düz idi. Omuzlarının arası genişti. Kemiklerinin başları kuvvetli idi. Kılsız olan azalarında bir nur parlaklığı vardı. Göğsünün üst tarafında ki çukur ile göbeği arası bir hat gibi cereyan eden kıllarla bitişikti. Bu kıllardan başka karnında ve memelerinde kıl yoktu. Zira iki kolu omuzları ve göğsünün üstü kıllıydı. Bileklerinin iki tarafındaki kemikleri uzundu. El ayası genişti. Kemikleri mütenasipti. İki el ve ayak parmakları oldukça kalındı. Bütün azaları uzunca ve kalınca idi. Tabanları yerden gayet yüksekti. Ayaklarında yarık ve çatlaklar yoktu. Su ayaklarının üzerinde durmazdı. Yürürken ayaklarını yerden tam manasıyla kaldırır, öyle yürüdü. Adımlarını atarken öne eğilmiş gibi olurdu. Yürüdüğü zaman yürüyüşü süratli idi. Sanki meyilli bir yerden akıp geliyordu. Bir tarafa baktığında bütün vücuduyla döner de bakardı. Gözleri daima eğikti. Göklere bakmaktan daha çok yere bakardı. Bakışı düşünceliydi. Arkadaşlarının daima arkasında yürürdü. Kime rastlarsa önce selam veren o olurdu.”
Hz. Hasan; Dayıma, Resulullah ﷺ ‘in konuşmasını anlat dediğimde şöyle buyurdu:
“Allah Resulü daima mahzun ve düşünceliydi. Onun için rahatlık söz konusu bile değildi. Lüzumsuz konuşmazdı, çok sukut ederdi. Konuşmayı açarken veya kapatırken ağzının avurtlarıyla yapardı. Veciz cümlelerle konuşurdu. Konuşması tane tane idi.Konuşmasında ne fuzuli bir söz vardı ve ne de eksiklik (konuşurken konuşmanın hakkını verirdi, fazlası ve eksiği yoktu). Yumuşak huylu idi. Ne katı ne de kıymetini düşürecek şekilde pejmürde değildi. Nimeti az bir şey olsa dahi büyük görürdü. İyilikleri yermez ve övmezdi. Hakka hücum edildiği zaman Hakka yardım tahakkuk edinceye kadar hiç bir şey onun öfkesi önünde duramazdı. (Bir rivayette “dünya ve dünya için olanlar onu öfkelendirmezdi” denilmektedir.) Ne zaman Hakka hücum edilse O hiç kimseyi tanımazdı. Onun bu husustaki öfkesinin karşısında hiç bir şey duramazdı. Nefsi için kimseye öfkelenmez, intikam almaya kalkışmazdı. İşaret ettiği zaman bütün avucuyla işaret ederdi. Hayret ettiği zaman avucunu çevirirdi. Konuştuğu zaman avuçlarını birleştirirdi (sağ elinin avucunu sol elinin baş parmağının içine vururdu). Öfkelendiği zaman yüzünü tamamen çevirirdi. Sevildiği zaman gözünü kapatırdı. Gülmesinin çoğu tebessümdü. Tebessüm ederken dolu tanelerine benzeyen dişleri ortaya çıkardı.”
Hz Hasan diyor ki: “ Dayım, Hind b. Ebi Hale’den dinlediğim bu vasıfları, kardeşim Hüseyin’den bir zaman için gizledim. Sonra ona bunları anlattım. Baktım ki o benden önce bunları dayımdan almış, dayıma benim sorduklarımı daha önce sormuştu. Baktım ki o, babasından (Hz. Ali’den ) Resulullah ﷺ ‘in girişini, çıkışını, oturuşunu, şeklini sormuş, cevaplarını da almıştı.” (burada bahsi geçen kişi (dayıları) Resulullah ﷺ ‘in üvey oğlu Hind b. Ebi Hale’dir. Hz. Hatice Validemizin daha önceki kocasından olan oğludur.)
Hz. Hüseyin diyor ki: “Babam (Hz. Ali’ye) Resulullah ﷺ ‘in eve girişini sorduğumda şöyle anlattı:
Resulullah ﷺ kendi evine girmek hususunda pek tabii ki serbestti. Evine vardığında vaktini 3’e ayırırdı. Bir kısmını Allah için, bir kısmını aile efradı için, bir kısmını da kendisi için ayırırdı. Sonra kendisi için ayırdığını da kendisiyle halk arasında paylaşır, o vaktini halka ayırım yapmaksızın verir, vaktinden herhangi bir şeyi kendisi için saklamazdı. Ümmeti için ayırdığı zaman için adeti şöyleydi: Fazilet ehlini kendilerine izin vermekle diğerlerine takdim ve tercih ederdi. Bu taksimatı o kimselerin dindeki faziletleri nispetinde yapardı. Binaenaleyh bir ihtiyacı olanlar da vardı, iki ihtiyacı da, bir çok ihtiyacı da… Onlarla meşgul olur, hem o kimseleri hem de umumu ıslah edecek şeyler söylerdi. Onların halini sorar, onlara uygun olanı kendilerine bildirir ve şöyle derdi: Burada hazır bulunan, hazır bulunmayanlara tebliğ etsin. Bana ihtiyacını ulaştırmaktan aciz olanların ihtiyaçlarını sizler ulaştırın. Çünkü Allah Teala, ihtiyacını bir emire iletmekten aciz olan kimsenin ihtiyacını o emire ulaştıran kimsenin kıyamet gününde iki ayağını da köprü üzerinde sabit kılar!”. Onlar Resulüllah’ın huzuruna ancak hayrı umarak, talep ederek girerler ve bir şey yemeden ayrılmazlardı. Oradan ayrılırlarken de ancak insanları hayra teşvik edici kimseler olarak ayrılırlardı.
Hz. Hüseyin diyor ki: “Babamdan Resulullah ﷺ ‘in evden çıkışını sordum, şöyle buyurdu: “ Resulullah ﷺ kendisini ilgilendirecek konularda konuşurdu. İnsanları birleştirici olur, kaçırıcı olmazdı. Her kavmin şereflisine ikramda bulunur, onlara yardımcı olurdu. İnsanları sakındırırken tebessümü hiç yüzünden eksik etmezdi. Arkadaşlarının durumlarını araştırır, halk arasında bulunanları sorardı. Güzeli güzelleştirir, kuvvetlendirirdi. Çirkini çirkinleştirir, zayıf düşürürdü. İnsanları gaflete girmeleri veya sapmaları endişesinden hiçbir zaman gafil kalmazdı. Onun nezdinde her hal için bir tedbir vardı. Her zaman ıslah edici idi. Hak hususunda asla taviz vermez ve hiçbir zaman hakkı da aşmazdı. Etrafındakiler insanların en hayırlıları idiler. Kimin insanlara hizmeti, faydası ve yardımı çoksa, onun nazarında insanların en değerlisiydi.”
Hz. Hüseyin diyor ki: “Babama Resulullah ﷺ ‘in oturuşunu sordum, şöyle buyurdu:
“Resulullah ﷺ ancak zikir üzerine otururlardı. Belli yerleri kendine tahsis etmediği gibi, böyle yapmaktan insanları sakındırırdı. Bir meclise vardığında, nerede meclis bitmişse (boş yer var ise) o noktada oturur ve sahabilerine de böyle davranmalarını emrederdi. Kendisiyle oturan herkese payını verirdi. Onunla oturan hiç kimse, Resulullah ﷺ ‘in katında kendisinden daha üstünü olduğu kanaatine varmazdı. Kim Resulullah ﷺ ile oturursa veya bir ihtiyacını Hz. Resulullah ﷺ ‘den almak için kendisine giderse, Resulullah ﷺ ona karşı sabreder, o Resulullah ﷺ ‘i bırakıp gidici olurdu. Kim Resulullah ﷺ ‘den bir ihtiyacını isterse ya o ihtiyacı yerine getirir veya tatlı söz söyleyerek onu geri gönderirdi. Onun güler yüzü, güzel ahlakı, o insanları zengin kılmıştı. O insanlar için bir baba gibiydi ve insanlar ve insanlar onun katında hak hususunda müsaviydiler. Onun meclisi ilim, haya, sabır ve emniyet meclisiydi. O mecliste sesler yükselmez, o mecliste hiçbir hürmet ayıpsanmaz, yıkılmazdı, mecliste yapılan hatalar dışarı çıkmaz ve yayılmazdı. Herkes eşit bir şekilde orada oturur, herkes takva ile birbirinden üstün olurdu. Tevazu ehli idiler. O mecliste yaşlı bir insana hürmet edilir, küçüğe merhamet gösterilir, ihtiyaç sahibi öne alınır, garibin hakkı gözetilirdi.”
Hz. Hüseyin diyor ki: “Babama Resulullah ﷺ ‘in yanında oturanlar hakkında nasıl bir tutum izlediğini sordum, şöyle buyurdu:
Resulullah ﷺ daima güler yüzlüydü. Yumuşak huylu ve alçak gönüllüydü. Kaba biri değildi, bağırıp çağırmazdı. Hiç kimseyi ayıplamaz, kimseyle alay etmezdi. Hoşuna gitmeyen şeyleri görmezlikten gelirdi. Ondan bir şey ümid eden, ondan ümidini kesmezdi. Kendisiyle ilgili olarak, nefsini üç şeyden (keder, çokca konuşmak ve malayani sözlerden) uzak tutmuştu. Başkalarıyla ilgili olarak da nefsini üç şeyden uzak tutardı. Kimsenin aleyhinde konuşmaz, kimseyi ayıplamaz, hiç kimsenin kötü tarafını araştırmaz, ancak sevab umduğu konularda konuşurdu. O konuştuğunda onunla oturanlar başlarını eğip, onu dinlerdi. Sanki onların başlarına kuş konmuştu (kıpırdama dahi yoktu). O konuştuğu zaman yanındakiler susarlardı, o sustuğu zaman onlar konuşurlardı. Onun katında münakaşa etmezlerdi. Onlar neye gülerse Resulullah ﷺ de ona gülerdi. Onlar neden hayret ederlerse, o da ondan hayret ederdi. Yabancı bir kimseye konuşması katı da olsa, yersiz şeyler de söylese sabır gösterirdi, öyle ki ashabı konuşması hususunda kendisine ricada bulunurlardı. O şöyle buyuruyordu: “Bir ihtiyaç sahibini gördüğün zaman ona yardımcı olunuz!.” Kimsenin konuşmasını haksız bir şey söylemedikçe kesmezdi. Konuşan haksızlık yaparsa ya onu konuşmaktan nehyeder ya da oradan kalkıp giderdi.”
Hz. Hüseyin diyor ki: “Babama Resulullah ﷺ ‘in sükutu nasıldı diye sordum, şöyle buyurdu: o dört konu üzerinde sükut ederdi. Hilm, sakınma, takdir, tefekkür! Takdirine gelince, insanları dinlerken ve onların işine bakarken susardı. Tezekkür veya tefekkürüne gelince, ebedi ve fani olanlar hususunda teemmül ederken susardı. Resulullah ﷺ ‘e hilm ve sabır bir arada verilmişti. En güzelini seçer ve insanlar için dünya ve ahireti bir araya getiren konularda gayret sarfederdi.
Selam, rahmet ve bereket üzerine olsun.
حديث هند ابن أبي هالة في ذلك
وهند هذا هو ربيب رسول الله ﷺ أمه خديجة بنت خويلد، وأبوه أبو هالة، كما قدمنا بيانه.
قال يعقوب بن سفيان الفسوي الحافظ رحمه الله: حدثنا سعيد بن حماد الأنصاري المصري، وأبو غسان مالك بن إسماعيل الهندي قالا: ثنا جميع بن عمر بن عبد الرحمن العجلي قال: حدثني رجل بمكة عن ابن لأبي هالة التميمي، عن الحسن بن علي قال: سألت خالي هند ابن أبي هالة – وكان وصافا – عن حلية رسول الله ﷺ وأنا أشتهي أن يصف لي منها شيئا أتعلق به -.
فقال: كان رسول الله ﷺ فخما مفخما، يتلألأ وجهه تلألؤ القمر ليلة البدر، أطول من المربوع، وأقصر من المشذب، عظيم الهامة، رجل الشعر، إذا تفرقت عقيصته فرق، وإلا فلا يجاوز شعره شحمة أذنيه، ذا وفرة، أزهر اللون، واسع الجبين، أزج الحواجب سوابغ في غير قرن، بينهما عرق يدره الغضب أقنى العرنين، له نور يعلوه يحسبه من لم يتأمله أشم، كث اللحية، أدعج سهل الخدين، ضليع الفم، أشنب مفلج الأسنان، دقيق المسربة كأنه عنقه جيد دمية في صفاء – يعني: الفضة -، معتدل الخلق، بادن متماسك، سواء البطن والصدر، عريض الصدر، بعيد ما بين المنكبين، ضخم الكراديس، أنور المتجرد، موصول ما بين اللبة والسرة بشعر يجري كالخط، عاري الثديين والبطن مما سوى ذلك، أشعر الذراعين والمنكبين وأعالي الصدر، طويل الزندين، رحب الراحة، سبط الغضب، شثن الكفين والقدمين، سابل الأطراف، خمصان الأخمصين، مسيح القدمين ينبو عنهما الماء إذا زال زال قلعا يخطو تكفيا ويمشي هونا، ذريع المشية إذا مشى كأنما ينحط من صبب، وإذا التفت التفت جميعا، خافض الطرف، نظره إلى الأرض أطول من نظره السماء، جل نظره الملاحظة يسوق أصحابه يبدأ من لقيه بالسلام.
قلت: صف لي منطقه.
قال: كان رسول الله ﷺ متواصل الأحزان، دائم الفكرة، ليست له راحة، لا يتكلم في غير حاجة، طويل السكوت، يفتتح الكلام ويختمه بأشداقه، يتكلم بجوامع الكلم، فصل لا فضول ولا تقصير، دمث ليس بالجافي ولا المهين، يعظم النعمة وإن دقت لا يذم منها شيئا ولا يمدحه، ولا يقوم لغضبه إذا تعرض للحق شيء حتى ينتصر له.
وفي رواية: لا تغضبه الدنيا وما كان لها، فإذا تعرض للحق لم يعرفه أحد، ولم يقيم لغضبه شيء حتى ينتصر له، لا يغضب لنفسه ولا ينتصر لها، إذا أشار أشار بكفه كلها، وإذا تعجب قلبها، وإذا تحدث يصل بها، يضرب براحته اليمنى باطن إبهامه اليسرى، وإذا غضب أعرض وأشاح، وإذا فرح غض طرفه، جل ضحكه التبسم، ويفتر عن مثل حب الغمام.
قال الحسن: فكتمتها الحسين بن علي زمانا ثم حدثته، فوجدته قد سبقني إليه فسأله عما سألته عنه، ووجدته قد سأل أباه عن مدخله، ومخرجه، ومجلسه، وشكله فلم يدع منه شيئا.
قال الحسن: سألت أبي عن دخول رسول الله ﷺ فقال: كان دخوله لنفسه مأذون له في ذلك، وكان إذا أوى إلى منزله جزأ دخوله ثلاثة أجزاء: جزءا لله، وجزءا لأهله، وجزءا لنفسه، ثم جزأ جزأه بين الناس فرد ذلك على العامة والخاصة لا يدخر عنهم شيئا، وكان من سيرته في جزء الأمة: إيثار أهل الفضل بأدبه وقسمه على قدر فضلهم في الدين، فمنهم ذو الحاجة، ومنهم ذو الحاجتين، ومنهم ذو الحوائج، فيتشاغل بهم ويشغلهم فيما أصلحهم، والأمة من مسألته عنهم وإخبارهم بالذي ينبغي ويقول: « ليبلغ الشاهد الغائب، وأبلغوني حاجة من لا يستطيع إبلاغي حاجته، فإنه من بلغ سلطانا حاجة من لا يستطيع إبلاغها إياه، ثبت الله قدميه يوم القيامة ».
لا يذكر عنده إلا ذلك، ولا يقبل من أحد غيره، يدخلون عليه زوارا، ولا يفترقون إلا عن ذواق.
وفي رواية: ولا يتفرقون إلا عن ذوق، ويخرجون أدلة – يعني: فقهاء -.
قال: وسألته عن مخرجه، كيف كان يصنع فيه؟
فقال: كان رسول الله – ﷺ – يخزن لسانه إلا بما يعينهم ويؤلفهم ولا ينفرهم، ويكرم كريم كل قوم ويوليه عليهم، ويحذر الناس، ويحترس منهم من غير أن يطوي عن أحد منهم بشره ولا خاتمه، يتفقد أصحابه، ويسأل الناس عما في الناس، ويحسن الحسن ويقويه، ويقبح القبيح ويوهيه، معتدل الأمر غير مختلف، لا يغفل مخافة أن يغفلوا أو يميلوا، لكل حال عنده عتاد، لا يقصر عن الحق ولا يجوزه، الذين يلونه من الناس خيارهم، أفضلهم عنده أعمهم نصيحة، وأعظمهم عنده منزلة أحسنهم مواساة ومؤازرة.
قال: فسألته عن مجلسه، كيف كان؟
فقال: كان رسول الله – ﷺ – لا يجلس ولا يقوم إلا على ذكر، ولا يوطن الأماكن وينهى عن إيطانها، وإذا انتهى إلى قوم جلس حيث ينتهي به المجلس، ويأمر بذلك، يعطي كل جلسائه نصيبه، لا يحسب جليسه أن أحدا أكرم منه عليه منه، من جالسه أو قاومه في حاجة صابره حتى يكون هو المنصرف، ومن سأله حاجة لم يرده إلا بها، أو بميسور من القول، قد وسع الناس منه بسطه وخلقه، فصار لهم أبا وصاروا عنده في الحق سواء، مجلسه مجلس حكم، وحياء، وصبر، وأمانة، لا ترفع فيه الأصوات، ولا تؤبن فيه الحرم، ولا تنشى فلتاته متعادلين يتفاضلون فيه بالتقوى، متواضعين يوقرون فيه الكبير ويرحمون الصغير، يؤثرون ذا الحاجة ويحفظون الغريب.
قال: فسألته عن سيرته في جلسائه.
فقال: كان رسول الله ﷺ دائم البشر، سهل الخلق، لين الجانب، ليس بفظ ولا غليظ، ولا سخاب ولا فحاش، ولا عياب ولا مزاح، يتغافل عما لا يشتهى، ولا يؤيس منه راجيه، ولا يخيب فيه قد ترك نفسه من ثلاث: المراء، والإكثار، وما لا يعنيه، وترك الناس من ثلاث: كان لا يذم أحدا ولا يعيره، ولا يطلب عورته، ولا يتكلم إلا فيما يرجو ثوابه، إذا تكلم أطرق جلساؤه كأنما على رؤوسهم الطير، فإذا سكت تكلموا، ولا يتنازعون عنده، يضحك مما يضحكون منه، ويتعجب مما يتعجبون منه، ويصبر للغريب على الجفوة في منطقه ومسألته، حتى إذا كان أصحابه ليستجلبونهم في المنطق ويقول: « إذا رأيتم طالب حاجة فارفدوه » ولا، يقبل الثناء إلا من مكافئ، ولا يقطع على أحد حديثه حتى يجوز فيقطعه بانتهاء أو قيام.
قال: فسألته كيف كان سكوته.
قال: كان سكوته على أربع: الحلم، والحذر، والتقدير، والتفكر، فأما تقديره: ففي تسويته النظر والاستماع بين الناس، وأما تذكره – أو قال: تفكره -: ففيما يبقى ويفنى، وجمع له لله الحلم، والصبر فكان لا يغضبه شيء ولا يستفزه، وجمع له الحذر في أربع: أخذه بالحسنى، والقيام لهم فيما جمع لهم الدنيا والآخرة ﷺ.
وقد روى هذا الحديث بطوله الحافظ أبو عيسى الترمذي رحمه الله في كتاب شمائل رسول الله ﷺ عن سفيان بن وكيع بن الجراح، عن جميع بن عمر بن عبد الرحمن العجلي، حدثني رجل من ولد أبي هالة زوج خديجة يكنى أبا عبد الله سماه غيره يزيد بن عمر، عن ابن لأبي هالة، عن الحسن بن علي قال: سألت خالي فذكره، وفيه حديثه عن أخيه الحسين، عن أبيه علي ابن أبي طالب.
وقد رواه الحافظ أبو بكر البيهقي في الدلائل عن أبي عبد الله الحاكم النيسابوري لفظا وقراءة عليه، أنا أبو محمد الحسن محمد بن يحيى بن الحسن بن جعفر بن عبد الله بن الحسين بن علي بن الحسين بن علي ابن أبي طالب القعنبي، صاحب كتاب النسب ببغداد: حدثنا إسماعيل بن محمد بن إسحاق بن جعفر بن محمد بن علي بن الحسين بن علي ابن أبي طالب أبو محمد بالمدينة سنة ست وستين ومائتين، حدثني علي بن جعفر بن محمد، عن أخيه موسى بن جعفر، عن جعفر بن محمد، عن أبيه محمد بن علي، عن علي بن الحسين قال: قال الحسن: سألت خالي هند ابن أبي هالة فذكره.
قال شيخنا الحافظ أبو الحجاج المزي -رحمه الله – في كتابه الأطراف بعد ذكره ما تقدم من هاتين الطريقين: وروى إسماعيل بن مسلم بن قعنب القعنبي عن إسحاق بن صالح المخزومي، عن يعقوب التيمي، عن عبد الله بن عباس أنه قال لهند ابن أبي هالة – وكان وصافا لرسول الله -: صف لنا رسول الله ﷺ، فذكر بعض هذا الحديث.
وقد روى الحافظ البيهقي من طريق صبيح بن عبد الله الفرغاني – وهو ضعيف – عن عبد العزيز بن عبد الصمد، عن جعفر بن محمد، عن أبيه، وعن هشام بن عروة، عن أبيه، عن عائشة حديثا مطولا في صفة النبي ﷺ قريبا من حديث هند بن أبي هالة.
وسرده البيهقي بتمامه، وفي أثنائه تفسير ما فيه من الغريب، وفيما ذكرناه غنية عنه، والله تعالى أعلم.
وروى البخاري عن أبي عاصم الضحاك، عن عمر بن سعيد بن أحمد بن حسين، عن ابن أبي مليكة، عن عقبة بن الحارث قال: صلى أبو بكر العصر بعد موت النبي ﷺ بليال، فخرج هو وعلي يمشيان فإذا الحسن بن علي يلعب مع الغلمان قال: فاحتمله أبو بكر على كاهله وجعل يقول: بأبي شبيه بالنبي ليس شبيها بعلي، وعلي يضحك منهما رضي الله عنهما.
وقال البخاري: ثنا أحمد بن يونس، ثنا زهير، ثنا إسماعيل عن أبي جحيفة قال: رأيت رسول الله ﷺ وكان الحسن بن علي يشبهه.
وروى البيهقي عن أبي علي الروذباري، عن عبد الله بن جعفر بن شوذب الواسطي، عن شعيب بن أيوب الصريفيني، عن عبيد الله بن موسى، عن إسرائيل، عن أبي إسحاق، عن هانىء، عن علي رضي الله عنه قال: الحسن أشبه برسول الله ﷺ ما بين الصدر إلى الرأس، والحسين أشبه برسول الله ﷺ ما كان أسفل من ذلك.